19 Nisan 2013 Cuma

Boşanan Kadını Koruyan Kuran

İslam dininde kadın tartışmaları üzerine yazacağım bu ikinci yazımda Kuran’da boşanan kadına verilen hakları, boşanan kadının nasıl da korunduğunu anlatmaya çalışacağım. Allah boşanan kadınların üç aybaşı süresince başka birisi ile evlenmeden beklemelerini emretmiştir. Bu durum genellikle kadının hamile kalmış olması durumunda bunun fark edilmesi ve çocuğun babasının bilinmesi amacıyla yapılmış bir düzenleme olarak yorumlanmıştır. Kadınlar için çok önemli sıkıntılar doğurabilecek bu süreçte ise kadınların hakları Allah tarafından garantiye alınmıştır. 

Öncelikle bu dönemin kadın için neden çok zor olabileceğini düşünelim. Boşanmış kadının bugün bile pek çok toplumda pek hoş karşılanmadığına sanırım hepimiz katılırız. Dahası Allah bu kadının 3 ay boyunca başka biri ile de nikahlanmamasını emrettiğinden, bu kadın için hayat çok zor olabilir. Babasının evine kabul edilmeyebilir, kendisinin maddi imkanı, çalışma ihtimali olamayabilir ve bu durum kadının evsiz kalmasına dahi yol açabilir. Ancak Allah bu durumu daha baştan engellemiş ve kadının boşandığı eşine çok önemli sorumluluklar yüklemiştir. Önce ayetleri bir okuyalım; 


Kadınları boşadığınızda, bekleme sürelerini tamamladılar mı ya onları uygun bir şekilde tutun yahut da uygun bir şekilde serbest bırakın. Onları, zulmetmeniz için, zararlarına bir biçimde, tutmayın. Bunu yapan, benliğine zulmetmiş olur. Allah’ın ayetlerini eğlence aracı yapmayın. Allah’ın üzerinizdeki nimetini ve kendisiyle size öğüt vermek için indirdiği Kitap’ı ve hikmeti hatırlayın. Allah’tan korkun ve bilin ki, Allah her şeyi çok iyi bilmektedir. (2 Bakara Suresi – 231) 

Ey Peygamber! Kadınları boşadığınız zaman iddetlerine doğru boşayın ve iddeti iyi sayın! Rabbiniz olan Allah’tan sakının! Onları evlerinden çıkarmayın; onlar da çıkmasınlar. Apaçık ve belgeli bir yüzsüzlük yapmaları durumu müstesna. İşte bunlar Allah’ın sınırlarıdır. Allah’ın sınırlarını çiğneyen kendi benliğine zulmetmiş olur. Bilemezsin, belki Allah bundan sonra yeni bir iş/oluş ortaya çıkarır. (65 Talak Suresi -1) 

Bu ayetler açıkça belirtmektedir ki kadınlar bekleme sürelerini boşandıkları erkeklerin evlerinde geçirirler. Hatta bekleme süreleri bittiğinde de kadınların güzellikle tutulmaları ya da güzellikle bırakılmaları mümin erkekler üzerine Allah’ın bir emridir. Yani erkek kadını zorla evden dışarı atamayacağı gibi, kadını zorla evde de tutamaz. 

Kadınların iddet süresince barınmalarını garanti altına alan Allah, daha sonra kadınları yine tek başlarına iken çok zor durumda bırakabilecek diğer durumlara değinmiştir; bunlar kadının hamile olması ya da emzirdiği bir çocuğu bulunmasıdır. Bu şartlar da yine kadının bir başkası ile evlenmesini ya da baba evinde bakılmasını zorlaştırabilecek durumlardır. Hatta normalde çalışıp kendi parasını kazanabilecek olan bir kadın da hamile olduğu ya da bebek emzirdiği dönemlerde çalışamayıp kendisine ve bebeğine bakamayacak durumda olabilir. 

O kadınları, imkânlarınız ölçüsünde, barındığınız yerin bir kısmında barındırın. Onları baskı altında tutmak için onlara zarar verme yönüne gitmeyin. Eğer hamile iseler yüklerini bırakıncaya kadar onlara nafaka verin. Eğer sizin için çocuk emziriyorlarsa, ücretlerini de verin. Aranızda uygun biçimde konuşup tartışın. Eğer anlaşmakta zorluk çekerseniz o zaman, doğmuş olan çocuğu baba hesabına başka bir kadın emzirecektir. (65 Talak Suresi - 6) 

İşte bu durumlarda bebeğin babası, hamile olan ya da bebeği emziren eski eşinin bakımından sorumludur. 

Bir zevcenin yerine başka bir zevce almak istemişseniz onlardan birine yükler dolusu mal vermiş olsanız da o maldan hiçbir şeyi geri almayın. İftira ederek, açık bir günah işleyerek mi geri alacaksınız onu? (4 Nisa Suresi – 20) 

Hem o malı nasıl alırsınız ki? Daha önce birbirinizle derinden derine kaynaşmıştınız. Ve onlar sizden çok sağlam bir söz de almışlardı. (4 Nisa Suresi – 21) 

Çevresinde bir boşanmaya şahit olmuş ya da boşanma hikayeleri dinlemiş olanlar çok iyi bilirler. Genellikle bu gibi durumlarda taraflar birbirine düşman kesilirler ve öyle şeyler yaparlar ki her iki taraf da çok büyük hayal kırıklığı yaşar. İşte Allah yukarıda alıntıladığım son iki ayette açıkça bunun yapılmaması gerektiğini, erkeklerin kadınlara verdiklerini geri almamaları gerektiğini ve son ayette belki de duygulara da hitap eden bir biçimde ilişkilerinin geçmişteki halini unutmamaları gerektiğini vurgular. 

Tüm ayetlere bakınca insan şöyle düşünmeden edemiyor; Öncelikle biz müminler kitabımızı okur, anlar sonra da onu başkalarına anlatmaya çalışırsak ve tabii dinimizi uydurmalardan, ilavelerden arındırırsak işte o zaman İslam dininde kadının ezildiği, aşağılandığı iddialarına cevap verebilir, dinimizi hiç de hak etmediği bu suçlamalardan kurtarabiliriz.


11 Nisan 2013 Perşembe

Kadınlar Kullukta Erkeklerden Eksik midir?


İslam ve kadın konusu önemini hiçbir zaman kaybetmeyecek konuların başında geliyor. Bırakın dışarıdan bakıp İslam’ı eleştirmek hevesinde olanların durmadan bu konuya dikkat çekmelerini, inanan Müslüman kadınlar dahi durup durup bu konuda bazı endişelerini, kafalarına takılanları konuşup duruyorlar kendi aralarında. Madem bu konu böylesine önemli, ben de bu konudaki fikirlerimi yazmak istedim. Bu yazı kul olarak kadınları ele alacak, bir sonraki ise sosyal hayatta kadınları. 

Sanırım tartışmaya dine yapılmış ilavelerin İslam dininin kadına bakışı ile ilgili algıyı nasıl da yönettiğini söyleyerek başlamak lazım. Kadınlar ile ilgili Peygamber’e iftira atılarak atfedilen öyle sözler, öyle davranışlar var ki aklı selim birinin kabul edebilmesi mümkün değil. İslam ülkesi adıyla anılan ülkelerde kadınların bugün maruz bırakıldıkları uygulamalar ise cabası. İşte tüm bu nedenlerle belki de en son söylenilmesi gerekeni en başta söyleyelim. Allah’ın dini olan İslam’ı Allah’ın sözünden çıkarır da uydurmalar, ilavelere bağlarsanız onu savunmanız, hatta kendinizi ona ikna etmeniz bile hiç kolay olmaz. Eğer İslam Allah’ın dini ise geçerli tek kaynak Allah’ın sözü olan Kuran’dır. Peygamberimiz de kendisinden istendiği gibi Kuran’a uygun bir yaşam sürmüştür. Allah ondan Kuran’la hüküm vermesini isterken onun sözü geçen hadisleri söylemesi söz konusu değildir. Hadislerin Peygamber’den 200 yıl sonra yazılmaya başlanmış olması da, insanların Peygamber’in adını kullanarak kendi yaşam tarzlarını dinselleştirdiklerine ve meşrulaştırdıklarına kanıttır. Ne bundan yüzyıllar önce, ne de bugün birilerinin çıkıp da İslam adına yaptıkları bizi ilgilendirmez. Bizim için bağlayıcı tek kaynak Kuran’dır.

Kuran’ı dikkatlice okuyun, araştırın. Kulluk bağlamında kadını erkekten ayıran herhangi bir ifade görebilir misiniz? Ben size söyleyeyim HAYIR. Allah’ın Kuran’daki ifadesi son derece açıktır. En hayırlınız takvaya en yakın olanınızdır der Allah; aramızda renk, ırk, cinsiyet ayrımı yapmaz. Allah yolunda en güçlü yürüyen, Allah’ın emirlerini yerine getirip, yasakladıklarından en dikkatlice sakınan, hayatı boyunca Allah rızasını her şeyin üstüne koyan kimse en hayırlınız odur diyor Allah. 

Erkek yahut kadın, her kim inanmış olarak hayra ve barışa yönelik bir iş yaparsa, onu tertemiz bir hayatla yaşatırız. Ve böylelerinin ücretlerini, işleyip ürettiklerinin en güzelleriyle karşılarız. (16 Nahl Suresi -97) 


Ey insanlar! Biz sizi, bir erkekle bir dişiden yarattık. Ve örfler yoluyla tanışıp kaynaşasınız diye sizi milletlere, boylara ayırdık. Hiç kuşkusuz, Allah katında en seçkininiz, sakınılması gereken şeylerden en çok sakınanınızdır. Allah her şeyi bilir, her şeyden haberdardır. (49 Hucurat Suresi -13) 


Kuran’ın konuya yaklaşımını bu ayetler özetler. Oysa çok güvenilir olduğu iddia edilen kaynaklarda bile geçen bir hadiste peygamberin kadınlara “bana cehennemlikler gösterildi çoğu sizlerdiniz” dediği iddia ediliyor. Kadınlar hakkında bir sürü uydurulmuş, Peygambere mal edilen ifade var. Evet, hepsi de son derece saçma, akılla, Allah’ın diniyle çelişen ifadeler. Ancak bana göre bu hadisin bir özelliği var. Bu hadis kadının ailedeki, toplumdaki yerinden falan değil, düpedüz apaçık Allah katındaki yerinden bahsediyor. Allah’ın gözünde kullar olarak kadınlar ve erkeklerin nasıl olduğundan bahsediyor. Allah tarafından Kuran’da açıkça, ancak takvaları ile birbirlerinden ayrılabilen müminleri, kadınların çoğu cehennemlik, erkeklerin çoğu cennetliktir diye ayırmaya kalkıyor. Yani bırakın kadınları ikinci sınıf vatandaş yapmayı, düpedüz kadınları ikinci sınıf kul yapmaya kalkıyor bu hadis ve Allah’ın ayeti ile de açıkça çelişiyor. Dahası bu iddia Allah’ın adil olması inancına da ters düşer. Adil olan Allah bizlerin ahiretteki yerlerimizi ancak bu dünyada yapıp ettiklerimize belirler, cinsiyetimize ya da ırkımıza göre değil. Kuran’ın sayısız ayetinde hayırlı iş yapanların cennet ile ödüllendirileceği, Allah’a inanmayan, Allah’ın emirlerine ters düşenlerin ise cehennem ile cezalandırılacağına dikkat çekiliyor. Yani bu hadis hem Peygamber’e hem de Allah’a hakaret içermektedir. 

Aslında belki biraz konunun dışına çıkmak olacak ama şunu da eklemeden edemeyeceğim. Aynı hadisin devamında kadınlar Peygamberimize neden cehennemliklerin çoğu bizden diye sorduklarında Peygamber’in yaptığı açıklamalardan biri de kadınların hayızlı zamanlarında namaz kılamamaları ve oruç tutamamalarıdır. Dine ilave yapanların ekleyip de dine soktuğu bir uydurma bir diğerinin açıklaması gibi gösterilirken bir de mantık hatası yapılıyor aslında. Eğer Allah hayızlı kadının namaz kılmaması, oruç tutmaması gerektiğini söylemiş olsaydı (ki Kuran’da buna dair hiçbir ifade yoktur ve bu uygulamalar açıkça İsrailiyattır) kadınlar o günlerde bu ibadetlerden muaf tutulurlardı ve bu onların ibadette bir eksiklikleri olarak değerlendirilmezdi. Ya da şöyle diyelim adaletinden hiçbir şüphemiz olmayan Allah önce kadınlara o belli günlerde ibadetleri yapmayın deyip sonra bunları yapmadılar diye bu kadınları cehenneme atar mı? Sizce de bu mantık sınırlarını ihlal eden, Allah’ı zalim ilan eden bir örnek değil mi?

14 Mart 2013 Perşembe

İstanbul’un Fethi ve Kuran’da Fetih…

Geçtiğimiz Salı günü İstanbul’un fethinin 559. yılı kutlandı. Bilhassa dindar, muhafazakâr kesim tarafından son derece önemsenen bugün gerçekten bir övünç kaynağı mıdır bir de Kuran perspektifinden bakalım. 

Dindar kesimin İstanbul’un fethini bu derece önemli görme nedenlerinin başında Peygamberimizin bir hadisi olduğu iddia edilen şu söz yatıyor; 

“İstanbul’u fetheden komutan ne güzel komutandır, İstanbul’u alan asker ne güzel askerdir” 

Biraz düşününce bu sözün birtakım siyasi hedefler, amaçlar için uydurulup, Müslümanlar üzerinde etkili olması için Peygamberimize isnat edilmiş olma ihtimalinin ne derece yüksek olduğu kolayca anlaşılabilir. Ancak bunun ötesinde Kuran’a, Kuran’da savaşma ile ilgili ayetlere bakarak da Peygamberimizin böyle bir sözü söylemiş olduğundan şüphe edebiliriz. Çünkü Kuran’da savaşma hakkı belli şartlara bağlanmıştır ve çıkar amaçlı fetih uygun görülmemiştir. 

Bu durumda İstanbul’un fethi ile gururlanmadan, Fatih ile övünmeden önce İstanbul’un fethi Kurani anlamda ne derece meşru ona bakalım. 

Kuran’ın savaş ayetleri dikkatlice incelendiğinde Müslümanların ancak kendilerine saldıranlarla savaşabilecekleri anlaşılır. 

Kendilerine zulmedilmesi dolayısıyla, onlara karşı savaş açılanlara savaşma izni verildi. Şüphesiz Allah, onlara yardım etmeye güç yetirendir. (22 Hac Suresi- 39) 

Ve eğer antlaşmalardan sonra, yine yeminlerini bozarlarsa ve dininize hınç besleyip saldırırlarsa, bu durumda küfrün önderleri ile çarpışın. Çünkü onlar, yeminleri olmayan kimselerdir; belki cayarlar. 


Yeminlerini bozan, elçiyi yurdundan sürmeye çabalayan ve sizinle ilk defa savaşa başlayan bir topluluk ile savaşmaz mısınız? Korkuyor musunuz onlardan? Eğer inanıyorsanız, kendisinden korkmanıza Allah daha layıktır. (9 Tevbe Suresi – 12&13) 

Oysa uygulamaya baktığımızda Müslüman olmayanlara saldırmak, kafir toprağı ilan edilen yerleri kuşatıp fethetmek sanki İslam dininin bir parçası gibi değerlendirilegelmiştir. Müslüman devletlerin, Osmanlı İmparatorluğu da dahil, yaptıkları fetihler hep bu şekilde değerlendirilmiş, kafirden toprak alıp o toprakları Müslümanlaştırmak İslam’ın bir parçası hatta gereği sayılmıştır. 

Halbuki Kuran açıkça belirtir ki “dinde zorlama yoktur” (2 Bakara Suresi -256). Kuran Peygamber’e bile kimse üzerinde baskı kurma yetkisi vermemiştir. 

Artık sen, öğüt verip-hatırlat. Sen, yalnızca bir öğüt verici-bir hatırlatıcısın. Onlara zor ve baskı kullanacak değilsin. (88 Gaşiye Suresi– 21&22) 

Öyleyse İstanbul’un fethini düşünürken, statlarda eğlenceler ile kutlarken bu fethin Kurani anlamda ne derece kabul edilebilir olduğunu bir kez daha düşünmemiz gerekiyor. Eğer gerçekten Kuran’da bahsi geçen şartlar oluşmuşsa o zaman sorun yok ama eğer bu şartlar o zaman İstanbul’da mevcut değildiyse bu durumda bunda kutlanacak bir şey yok sanırım..


Anti-Kapitalist Müslümanlar Tamam da, “İslam Anti-Kapitalisttir” İddiasına HAYIR!

Bu yılki 1 Mayıs kutlamalarının ardından kendinden en çok söz ettiren grup kuşkusuz ki anti-kapitalist Müslümanlar oldu. Bu Müslüman grubun solcu pek çok farklı grubun yanında meydanlarda yer alması hatta daha önce orada olmamalarının hata olduğunu söylemeleri pek çok kişi tarafından, Türkiye’de kamusal alanın çok seslileşmesi, farklılıkların bir arada var olabilmesi açısından çok önemli bir adım olarak değerlendirildi. Verilen en önemli mesaj sol ile İslam’ın artık alternatif, hatta düşman sesler olarak anılmayacak olmasıydı. Bana göre de bu adım tam da bu açıdan, Müslümanları tek tiplikten, tek sesten kurtardığı için, Müslümanların da farklı düşüncelere sahip olabileceğini, Müslümanların da farklı ideolojileri benimseyebileceğini göstermesi açısından son derece önemliydi. 

Kuran’ın emir ve yasaklarına uyduğu, karşı çıkmadığı takdirde her türlü farklı görüş, ideoloji Müslümanlar tarafından benimsenip savunulabilir. Bu noktadaki tehlike ise tüm bu farklı Müslüman grupların kendi görüşlerini İslam dini olarak insanların önüne koymasıdır. Örneğin bir Müslüman anti-kapitalist olabilir, bunu kendi görüşü olarak savunabilir. Ancak bu kişi çıkar da İslam dini zaten anti-kapitalisttir derse işte o zaman sorun büyüktür. Bu durumda bu Müslüman kendi düşündüklerini Allah’a söyletmeye kalkıyordur ki bu son derece tehlikelidir. 

“Kuran anti-kapitalisttir” tezinin dini olarak savunulması imkansızdır, zira Allah Kuran’da sık sık müminlerin sahip oldukları mallardan vs. bahseder. Yani Kuran’da özel mülk vardır. Zaten özel mülk vardır ki inananlar sahip oldukları mallar içerisinden infak etsinler. Eğer malımız mülkümüz olmasaydı, neyi infak edebilirdik ki? 

Yemin olsun ki, sizi korku, açlık; mallardan-canlardan-meyvelerden eksiltme türünden bir şeyle mutlaka imtihan edeceğiz. Sabredenlere müjdele. (2 Bakara Suresi -155) 

Küfre sapanlara gelince, onların malları da çocukları da Allah’a karşı kendilerine hiçbir yarar sağlamayacaktır. Onlar, işte onlar, ateşin yakıtıdırlar. (3 Ali İmran Suresi- 10) 

Yetimlere mallarını verin. Temizi pise değişmeyin. Yetimlerin mallarını kendi mallarınıza katarak yemeyin. Bunu yapmak gerçekten büyük bir vebaldir. (4 Nisa Suresi -2) 

Kuran’ın kapitalist olmadığını söylemek de mümkündür bana göre. Çünkü Kuran yardım etmekten bahseder. Müminin malında ihtiyaç sahibi ile yoksulun hakkı olduğunu söyleyen (Zariyat Suresi -19) bir dinin kapitalizm ile tamamen uyuştuğunu söylemek de mümkün değildir. Ayrıca Kuran barışı ve adaleti kişinin çıkarlarının üzerinde tutarak da kapitalizmden ayrılır. 

Ey iman edenler! Öz benliğiniz, anne-babanız, yakınlarınız aleyhine de olsa, zengin veya fakir de olsalar, adaleti dimdik ayakta tutarak Allah için tanıklık edenler olun. Allah, ikisine de sizden daha yakındır. O halde nefsinizin arzusuna uyarak adaletten sapmayın. Eğer dilinizi eğip büker yahut çekimser kalırsanız, Allah yapmakta olduklarınızdan haberdardır. (4 Nisa Suresi-135) 

Yani Kuran ne kapitalisttir ne de anti-kapitalist. Zaten hata Kuran’ı modern ideolojilere göre sınıflandırmaya, bir yere oturtmaya çalışmaktadır. Bundan 1300 yıl önce indirilmiş olan Kuran, sonsuza dek var olacaktır ve her dönem ve her mekan için doğru olan evrensel kurallar getirmiştir. Bir mümin bu kurallara riayet ettikten sonra bunun yanında pek ala başka fikirler, görüşler benimseyebilir. Yeter ki bunları İslam dininin değil kendisinin görüşleri olarak koysun ortaya.


Oturanlardan Değil Mücadele Edenlerden Olmak !

Geleneksel “İslam”, dine, hadisler ve ilmihaller aracılığıyla yeni kurallar, yeni emir ya da yasaklar getirirken, Allah’ın üzerimize açıkça yazdığı birtakım emirleri de göz ardı eder. Bunların en önemlilerinden biri müminin sorumlu tutulduğu cihad, yani Allah yolunda mücadeledir. Allah, Kuran’da çeşitli ayetlerde müminlere Allah yolunda mücadele etmeleri gerektiğini söylemiştir. Öncelikle şunu belirtmek gerekir ki burada bahsi edilen mücadele yalnızca silahlarla savaşa çıkmayı değil, Allah yolunda farklı şekillerde uğraşılmasını da içermektedir. Çevremizdeki insanlara dini anlatmak, bu amaçla bir kitap yazmak, bu kitabın basılması, dağıtılması yani daha çok kişiye ulaşması için para harcamak hep bu mücadele yöntemleri arasında sayılabilir. Gerek okuyup, öğrenip edinilen bilgilerin gerekse çok çalışıp kazanılan paranın insanları Allah’ın dinine yönlendirmek için kullanılması Allah yolunda mücadele kapsamında ele alınmalıdır. 


Allah aşağıdaki ayetinde canlarını (eğer bir savaş durumu yoksa bunu enerji ve vakit harcamak olarak değerlendirebiliriz) ve mallarını Allah yolunda harcayanların cennet ile ödüllendirileceklerini açıkça belirtmektedir. 

Allah, müminlerin canlarını ve mallarını, karşılığında kendilerine cennet vermek üzere satın almıştır. (9 Tevbe Suresi -111) 

Bu ayeti okuyunca her defasında benim aklıma gelen ilk tepki; “daha karlı bir ticaret olabilir mi?” oluyor. Şu geçici dünyada canını, vaktini, enerjini, sahip olduklarını Allah yolunda hizmet etmek için harcıyorsun ve sonrasında sonsuz yurtta, yani ahirette cennet ile ödüllendiriliyorsun. Bu şekilde Allah yolunda uğraşan kişilerin diğerlerinden Allah katında farklı olduğunu ise Allah şu ayet ile açıkça ortaya koyuyor; 

İnananların; özür sahibi olmaksızın oturanlarıyla, Allah yolunda malları ve canlarıyla didinip gayret gösterenleri aynı değildir. Allah, malları ve canlarıyla gayret gösterenleri oturanlara derece bakımından üstün kılmıştır. Allah hepsine güzellik vaat etmiştir ama cihat edenleri, çok büyük bir ödülle, oturanlardan üstün kılmıştır. (4 Nisa Suresi- 95) 

Allah’ın ifadeleri son derece açık. Öyleyse iyi mümin olmak gündelik, dünya eksenli hayatı yaşarken, günde toplamda 15 dakika namaz kılmak, yılda bir ay oruç tutmak ve ömürde bir kez de hacca gitmek değildir. Gerçek müminler ibadetler ile yetinmezler. Onlar tüm hayatlarını Allah yolunda mücadele etme amacıyla şekillendirirler. Her an akıllarında İslam dini adına bugün ne yapabilirim sorusu ile bu amaca hizmet etmeye çalışırlar. 


Oysa ülkemizde en muhafazakar, en dindar görünen kişiler bile ibadetler ile yetinilmesi gerektiğini, özel hayatımızda dindarlığı yaşayıp bunu dışarıya pek de yansıtmamamız gerektiğini söyleyip durular. Bilhassa aileler çocuklarını bu konularda ciddi bir şekilde uyarırlar; “sen kendi işine bak oğlum, namazını kıl tabi ama kimseye de bir şey deme”. Yani pek çok pratik konuda sert sınırlar çizen, gereksiz detaylar veren, dini zor hatta yaşanmaz hale getiren geleneksel “İslam”ın birçok savunucusu bir yandan da Allah’ın son derece önemli, Kuran’da çeşitli şekillerde bahsettiği bir emrini kolayca göz ardı edebilmiştir.


Allah’ın Yarattığı Mükemmellikler Üzerine Düşünmek…

Allah, Yunus Suresi’nin 100. ayetinde aklını kullanmayanları pisliğe mahkum edeceğini söyler ve birçok başka ayette de Kuran’ı bizlere aklımızı işletmemiz için, üzerine düşünmemiz ve anlamamız için gönderdiğini söyler.

Aklınızı işletmeniz ümidiyle Allah, ayetlerini size işte böyle açıklıyor. (2 Bakara Suresi- 242) 

Ayetler üzerine düşünmek, aklımızı işletmek ne demektir? Her bir ayeti Allah’ın bize bir seslenişi olarak düşünüp, bununla Allah bize ne diyor, nasıl bir mesaj veriyor, ne yapmamızı ya da yapmamamızı söylüyor diye sorgulamaktır. Yalnızca emir ve yasakları almak da değil, her bir kıssadan, verilen her bir örnekten bir ders çıkarmak demektir. 

Kuran okunurken üzerine düşünülmesi gereken, Allah’ın bizden özellikle düşünmemizi istediği en önemli konulardan biri de evrenin yaratılışı ve Allah’ın evrende kurduğu muhteşem düzendir. 

Şu bir gerçek ki göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelişinde, insanların yararı için denizde yüzüp giden gemilerde, Allah’ın gökten suyu indirip onunla, ölümünden sonra toprağı dirilterek üzerine tüm canlılardan yaymasında, rüzgârların bir düzen içinde yönden yöne çevrilmesinde, gök ve yer arasında bir hizmete memur edilen bulutlarda, aklını işleten bir topluluk için sayısız izler-işaretler-ibretler vardır. (2 Bakara Suresi -164) 

Bu ve buna benzer birçok ayet Allah’ın yarattığı mükemmelliklerden bahsedip bunların bizler için birer ibret olduğunu söyler. Rüzgar sayesinde hareket edebilen bulutların yer değiştirmesi ile yağmurun yer yüzünün farklı yerlerine düşebilmesi ve dolayısıyla yer yüzünün farklı yerlerinde yaşam oluşabilmesi, günlerin gündüz ve geceden oluşarak insanların hem verimle çalışmasına hem dinlenmesine olanak sağlanması, rüzgar yardımı ile deniz yolu taşımacılığının yapılabilmesi gibi yaşadığımız dünyada var olan kusursuz tasarımlardan bahseden bu ayetler bizleri bu konularda düşünmeye sevk eder. (Kuran’da bahsi geçen bu kusursuz düzenle ilgili örnekler için tıklayın) 

Size gökten su indiren de O’dur! Biz o suyla her şeyin bitkisini çıkardık. Ondan da bir yeşillik çıkardık. O yeşillikten birbiri üzerine binmiş dâneler çıkardık. Hurma ağacının da tomurcuğundan sarkan salkımlar, üzümlerden bağlar, zeytin, nar çıkardık. Birbirine benzeyeni var, benzemeyeni var. Meyve verdiğinde ve meyveler olgunlaştığında bir bakın onun ürününe! Bu size gösterilenlerde, iman eden bir topluluk için, çok ibret vardır! (6 En’am Suresi -99) 


Yaşadığımız çevredeki, yediğimiz yiyeceklerdeki, o yiyeceklerin yetişmesindeki, hatta bizzat kendi vücudumuzdaki mükemmellikler bizim hayatlarımızın tam da içindedir aslında. Yani yaşadığımız her an Allah’ın yarattığı bir güzellik ile karşı karşıya kalırız. Bunları görmek için uzaklara bakmaya, bilimsel araştırmalar yapmaya, kalın kitaplar okumaya gerek yoktur. (Elbette bilimsel araştırmalar yapmak bu güzellikleri daha net sergileyecektir. Ama bu sıradan insanlar için pek mümkün değildir.) Yaşadığımız ortama, yararlandığımız nimetlere, kendi kendimize dikkatlice bakmamız yeterlidir aslında. Doğada, insan vücudunda, insanın tükettiklerindeki mükemmel tasarım son derece nettir. Önemli olan bunlar üzerine düşünmek, kafa yormak ve bu güzellikleri her gördüğümüzde Allah’ın kudretini, yaratma gücünü bir kez daha fark edip Allah’a olan sevgimizi ve teslimiyetimizi arttırmaktır.


Hadisler Ya Vardır, Ya Yoktur : Duruma ya da Zamana Göre Eleme Yapılamaz!

En son, bir grup Türk hacının deve sidiği içmesi ile başlayan ve Diyanet’in Buhari’de yer alan hadisi yalanlaması ile devam eden tartışma aslında çok daha geniş bir konunun parçası. Tüm bu tartışmaları yaparken bu geniş resmi gözden kaçırmamak gerek. 

Türkiye’de bilhassa son birkaç yıldır süregelen bir eğilim var: Beğenilmeyen, hoşa gitmeyen, zamana uymadığı düşünülen hadisleri elemeye, halı altına süpürmeye dair bir eğilim. Bu, İslam dini adına son derece tehlikeli bir tutum. Zira insanı tutarsızlığa ve dolayısıyla da güvenilmezliğe götürüyor. Karşınızdakinin gözünde istediğini alıp istediğini bırakan, dine keyfi şekiller veren kişilere dönüşüyorsunuz. 

Recm (taşlayarak öldürmek) mesela, bu gelenekten çoktan beri uzaklaşmış, az ya da çok Batı Dünyası ile yakınlaşmış bir Türk için son derece gaddar bir eylem. Öyleyse ne yapmalı, recme dair hadisin güvenilirliğinden emin olunmadığı söylenip bu hadis görmezden gelinmeli. İslam dünyasının geri kalanında belki en çok tartışılan sözde İslami kurallardan biri recm iken Türkiye’deki en muhafazakar kesimler hatta Sunni İslam’ın temsilcisi Diyanet bu hadisi yok sayıyor. Buna çok seviniyoruz tabi, zararın neresinden dönülse kardır. Yani uydurmanın ne kadar çoğu bırakılırsa o kadar iyidir. Iyi de siz kendiniz ile çelişmiyor musunuz? 

Yukarıda bahsettiğim son tartışmada da yine aynı tavrı gördük. Kabul edilmesi dinen mümkün olmayan bir uygulama, ki zaten yıllardan beri de uygulanmıyordu, birden bir grup tarafından uygulanıverince konu oluyor ve Diyanet böyle bir hadisin varlığını yalanlıyor. İnanılması güç. Bu konunun bir sürü uzmanı, meraklısı var. Kaynaklar ortada. 

Zaten Diyanet’in bir de hadis projesi vardı birkaç yıl önce çok tartışılmıştı. Bu proje için “dinde reform yapıyorlar” diyenlere son derece sert çıkan Diyanet “reform yapmıyoruz bazı güvenilir olmayan hadisleri eleyip, diğerlerini de günümüz insanı için daha anlaşılır hale getiriyoruz” diyordu. Aslında bu açıkça dinde bir yeniliğe gidildiğini gösteriyordu. Bugüne kadar en güvenilir kaynaklar olarak kabul edilmiş, anlatılmış Buhari’de, Müslim’de yer alan hadisler bir şekilde kaynaklardan çıkarılacaktı. Çünkü Türkiye’deki genç nesillere o kaynaklarda yazan saçmalıkları artık kabul ettiremezdiniz. Daha kolay kabul edilebilir bir dinin şekillendirilmesi gerekiyordu. Zira karşı tarafta da “bu hadislerin hiçbirine güvenilmez, Allah Kuran’ın yeterli olduğunu söylüyor, bırakın bu hikayeleri” diyenler vardı. Tabi en başta da Kuran’ın kendisi; 

Karşılarında okunup duran bir kitabı sana indirmiş olmamız onlara yetmiyor mu? Bunda, inanan bir toplum için elbette ki bir rahmet ve bir öğüt vardır. (29 Ankebut Suresi -51) 

Biz bu kitabı sana, her şeyin ayrıntılı açıklayıcısı, bir doğruya iletici, bir rahmet, Müslümanlara bir müjde olarak indirdik. (16 Nahl Suresi -89) 

Allah size kitabı detaylandırılmış bir halde indirmişken Allah’ın dışında bir hakem mi arayayım? (6 Enam Suresi -114) 

Kitap’ta hiçbir şeyi eksik bırakmadık. (6 Enam Suresi-38) 

De ki “Ben sizi ancak vahiy ile uyarıyorum.” (21-Enbiya Suresi 45) 

Maalesef benzer bir tavır kendilerini çoğunlukla liberal ya da modern Müslümanlar olarak tanımlayan kişiler tarafından da benimseniyor. İnsan haklarına aykırı görülen, günümüzün Batı değerlerine uygun görülmeyen hadisler “zaten bunlar kültürel, tarihsel” denerek eleniyor ancak genel olarak hadis ya da sünnet kavramları sorgulanmıyor. 

Eğer amaç İslam dinini temizlemek, iftiralardan ve dolayısıyla da oluşmuş bu olumsuz imajdan kurtarmak ise yöntem bu olmamalı. Müslüman’ın duruşu net olmalı. Peygamberin sözleri, onun hayatından hikayeler diye anlatılanlar en başta Peygamberin kendisine ve tabi sonra da Allah’ın dinine hakaret. Peygamberi öylesine gaddar, öylesine acımasız gösteren hadisler var ki insan okurken utanıyor. Allah’ın Peygamberi, Allah’ın dinine göre yaşayan Peygamber bunları yapmış olamaz. Zaten Kuran’daki merhametli peygamber de buna tamamen ters bir karakterde. 

Öyleyse duruş net olmalı: ya bu hadislerin hepsine inanır, ona göre yaşarsınız, hatta bu hadislerin her birinin önemini savunursunuz ya da gerçek bir yöntem benimser; bu ifadelerin, hikayelerin gerçekliği ile ilgili hiçbir kanıtımız yok, bunlar asla dini kaynak değildir dersiniz ve hepsini birden göz ardı edersiniz. Aksi takdirde güvenilmez olursunuz. Duruma göre tavır alan, dini kafasına göre şekillendiren insanlar olursunuz. Karşınızdakini de asla ikna edemezsiniz. Dinleyen, akleden adam sormaz mı sanıyorsunuz “peki kardeşim bu deve sidiği ile ilgili hadis ile ‘komşusu açken tok yatan bizden değildir’ hadisini birbirinden farklı kılan nedir?” diye. Evet kuşkusuz ikincinin verdiği mesaj insani bakımdan da sosyal açıdan da son derece faydalı. Ama bırakın bu sosyal bir mesaj olarak kalsın. Bunu Peygambere ve dine ithaf etmeye çalışmayın. Dinin tek kaynağı olan Kuran’da bununla aynı mesajı veren sözler var, Allah’ın sözleri. Onlar size neden yetmiyor?


“İçki içmem, ama gıybet ederim”

Allah, Kuran’da inananlar için çeşitli kurallar belirtmiş; şunları yapın, bunları yapmayın demiştir. Bunu yaparken belli günahların büyüklüğünün altını çizse de çoğu günah için bir ayrıma gitmemiş, hiyerarşi belirlememiştir. Kuran’da günahların hiyerarşisi ile ilgili verilebilecek nadir örneklerden birisi şirktir. Allah kendisine eş koşmayı diğer tüm günahlardan ayrı tutmuştur: 

Allah, kendisine ortak koşulmasını affetmez ama bunun dışında kalanı/bundan az olanı dilediği kişi için affeder. Allah’a şirk koşan, dönüşü olmayan bir sapıklığa dalıp gitmiştir. (4 Nisa Suresi- 116) 

Bununla beraber bir mümin için Allah’ın tüm emirleri, yasakları ve hatta tavsiyeleri son derece önemli olmalıdır. Bizi yaratan, bunca nimeti önümüze seren, bizi hayatımız boyunca koruyan Allah’ın bize söyledikleri geri kalan her şeyden daha değerli olmalıdır kuşkusuz. 


Ancak pratiğe bakıldığında sanki Müslümanlar bazı yasakları Allah böyle bir ifade kullanmasa da diğerlerinden fazla önemsiyorlar. Asla faiz almayan, bir tatlıya konan iki damla içkiden sakınmak için o tatlıyı yemeyen, kılık kıyafetinde Allah’ın sınırlarını titizlikle gözetmeye çalışan insanların kolaylıkla gıybet edebildiklerini (insanları arkalarından çekiştirebildiklerini) görüyorum. Peki gıybet bu yukarıda saydıklarıma göre daha az mı yasaklanmış ya da bunun daha hafif bir günah olduğuna dair bir bilgi mi var elimizde? Hayır, aksine Allah bu konu ile ilgili öyle bir ifade kullanıyor ki insanın tüyleri diken diken oluyor; gıybet “ölü kardeşinin etini yemek gibidir” diyor. 

Ey iman edenler! Zandan çok sakının! Çünkü zannın bir kısmı günahtır. Sinsi casuslar gibi ayıp aramayın! Gıybet ederek biriniz ötekini arkasından çekiştirmesin! Sizden biri, ölmüş kardeşinin etini yemek ister mi? Bakın bundan iğrendiniz. Allah’tan sakının! Hiç kuşkusuz, Allah tövbeleri çok kabul eden, rahmeti sonsuz olandır. (49 Hucurat Suresi -12) 

Gördüğünüz gibi ayet son derece açık. Allah bize doğrusunu bilip bilmeden başkaları hakkında konuşmayı, casuslar gibi başkalarının açıklarını, hatalarını aramayı, insanların arkasından konuşup çekiştirmeyi yasaklıyor. Ayetteki ifadeler son derece net. Yüce Rabbimiz bize bunları yapmayın diyor. Açık, net. Yorumlamaya ihtiyaç yok. 

Gelin bir de en çok konuşup tartışılan, uyulmaya çalışılan yasakların geçtiği ayetlere bakalım. İfadeler arasında bir farklılık, gıybetten bahsedilen ayetteki ifadede bir hafiflik görebilecek miyiz? 

İnananlar, sarhoş edici maddeler, kumar, kutsal taş ve türbeler, şans oyunları şeytan işi birer pisliktir. Bunlardan sakının ki kurtulasınız. (5 Maide Suresi -90) 

Mümin kadınlara da söyle: Bakışlarını yere indirsinler. Cinsel organlarını/ırzlarını korusunlar. Süslerini/zînetlerini, görünen kısımlar müstesna, açmasınlar. Örtülerini göğüs yırtmaçlarının üzerine vursunlar. Süslerini şu kişilerden başkasına göstermesinler: Kocaları yahut babaları yahut kocalarının babaları yahut oğulları yahut kocalarının oğulları yahut kardeşleri yahut kardeşlerinin oğulları yahut kendi kadınları yahut ellerinin altında bulunanlar yahut ihtiyaç içinde olmayan erkeklerden kendilerinin hizmetinde bulunanlar yahut kadınların kaygı duyulacak yerlerini henüz anlayacak yaşa gelmemiş çocuklar. Süslerinden, gizlemiş olduklarının bilinmesi için ayaklarını yere vurmasınlar. Ey müminler, Allah’a topluca tövbe edin ki kurtuluşa erebilesiniz! (24 Nur Suresi -31) 

Gördüğümüz gibi tüm ayetlerdeki ifadeler, yasakların bildiriliş biçimi son derece benzer. “Sakının, aramayın, yemeyin, indirsinler, korusunlar, açmasınlar” gibi ifadeler geçiyor hepsinde. 

Öyleyse Müslümanların gözünde gıybetin tüm bu yasaklardan farklı, hafif olmasını gerektiren Kuranî bir sebep yok. Belki de dünyevi bir yanılgıya kapılıyoruz biz. Sanki gıybetten sakınmak imkansızmış, yapılamayacak bir şeymiş gibi düşünüyoruz. Bu yanılgının sebebi de alışkanlıklarımız tabi. Öylesine alışmışız ki birkaç kişi bir araya gelince orada olmayanlar ile ilgili konuşmaya. Bilhassa iş yerlerinde ya da kalabalık arkadaş gruplarında durum hep bu. Oysa gıybet ettikten birkaç dakika sonra elimizde ne kalıyor? Gıybet etmemiş olsak ne kaybederiz? 

Rabbimiz bizden asla yapılamayacak bir şey istemez, gıybetten uzak durmak da öyle sanıldığı kadar zor değildir aslında. Hem gıybet ile harcadığımız vakitleri çıkarsak, hayırlı konularda konuşmaya, Allah’ın ayetleri ile ilgili paylaşmaya ne kadar da çok vaktimiz kalır değil mi? 

Öyleyse gelin çok zor, yapamayız demeyelim. Bugün başlayalım. Elimizden geldiğince, yavaş yavaş. Allah’ın emrini sürekli aklımızda tutarak. Birisi hakkında ağzımızı açtığımızda bu emri hatırlayıp, eğer konuşmuşsak pişmanlık duyarak. Ben inanıyorum. Birkaç haftalık çaba yeter hepimize. Sonra zaten artık alışkanlığımız o olur. Allah’ın emirlerine daha çok uyan, hayırlı sözlere daha çok vakit ayıran kullar oluruz inşallah.


Şeytandan Allah’a Sığınmak…

Şeytandan Kuran’da defalarca kez bahsediliyor. Şeytana dair en sık kullanılan ifadelerden birisi ise Allah’ın müminlere yaptığı bir uyarıdır; “şeytanın adımlarını izlemeyin”. Şeytanın hikayesi de Kuran’da son derece açık bir biçimde anlatılmıştır. Allah, ilk insanı yaratıp tüm meleklere ona secde edin dediğinde hepsi Allah’ın emrini yerine getirirken şeytan isyan etmiş, kendisinin Adem’den daha hayırlı olduğunu ve dolayısıyla ona asla secde etmeyeceğini belirtmiştir. Allah tarafından cezalandırılan şeytan, Allah’tan insanları da kendi yoluna çekmek için süre ister ve işte insanoğlu için sınav da tam burada başlar. Artık müminler için bir yanda Allah ve onun emirleri diğer yanda ise şeytanın kandırmacaları vardır. 

Bakara Suresi’nin 268. ayeti şeytanın müminler için ne derece tehlikeli olduğunu 

“şeytan sizi fakirlikle korkutur, sizi görünür görünmez çirkinliklere sürükler” 

diyerek ortaya koymaktadır. Şeytanın müminlere verdiği zararları anlatan pek çok ayetten bazıları şu şekildedir; 

… Şeytan onların ayağını kaydırmak istemişti (3 Ali İmran Suresi -155) 

… Zaten şeytan da onları geri dönülmez bir sapıklıkla sersem hale getirmek istiyor. (4 Nisa Suresi -60) 

Şeytan, onlara söz verir, ümit verip hayal kurdurur, hurafeye/anlamını bilmeden okumaya iter. Ama o, onlara bir aldanıştan başka hiçbir şey vaat etmez. (4 Nisa Suresi -120) 

Şeytan; uyuşturucu ve kumara sokularak aranıza düşmanlık ve şiddetli nefret yerleştirip sizi Allah’ı anmaktan, namazdan geri çevirmek ister. Artık son veriyorsunuz değil mi? (5 Maide Suresi -91) 

Örnekleri çoğaltmak pek tabii ki mümkün. Ancak Kuran’da şeytan ile ilgili verilen ana mesaj belli; şeytan bizi Allah’ın yolundan çevirmeye, hataya, günaha yöneltmeye çalışıyor. Öyleyse bir mümin tarafından atılması gereken ilk adım şeytan konusunda son derece uyanık olmaktır. Yani mümin neyi kendisine şeytanın telkin ediyor olduğunu, şeytanın kendisini Allah yolundan nasıl uzaklaştırdığını, kendisini nasıl saptırdığını kolayca anlayabilmek için çok dikkatli olmalıdır. 

Hayata kapılmış giderken, önemli bir yanılgı oluşuyor hepimizde. Şeytan bizi şaşırttı, saptırdı demek için çok büyük yanlışlar yapmayı bekliyoruz. Allah’a isyan, hırsızlık, zina gibi çok büyük bir günaha girildiğinde ancak “şeytana uydum” diyoruz. Oysa şeytan öyle kendini yalnızca büyük olaylarda, büyük suçlarda gösteren bir şey değildir. Şeytan aslında hep bizimle. Hep bizi yanlışa yönlendirmeye, Allah’tan uzaklaştırmaya, bizlere Allah’a karşı hata yaptırmaya çalışıyor. Gün içinde kılınması gereken namazı “şu iş de bitsin de hemen kalkıp kılacağım” diyerek ertelememize, “hemen kılıp işe döneyim” diyerek namazı aceleye getirmemize, “bu kadarcık yalandan, bu kadarcık adaletsizlikten bir şey olmaz, insanlar neler yapıyor” dememize, “dur şimdi şu dizi de bitsin de öyle kalkar Allah yolunda çalışırım” diye düşünmemize, “aman ya ne var ki biraz daha uyuyayım sonra uğraşırım Allah yolunda” dememize de sebep olan hep şeytandır. Ha bu arada bu söylediklerimin kimseyi bir yanılgıya götürmesini de istemem. Yani aman ya zaten bunları bana şeytan yaptırıyormuş, ne yapabilirim ki diye düşünemez bir mümin. Çünkü zaten müminin hayatı bir imtihandır ve müminin asıl imtihanı da şeytanıyladır. 

Öyleyse yapılması gereken çok dikkatli olmak, şeytanın bize fısıldadıklarının her an farkında olmak, şeytana, onun bize yaptırmaya çalıştıklarına kulak asmadan, Allah yolunda doğru bildiğimizi yapmaktır. Ne zaman ki şeytanın bize bir şeyler fısıldadığını hissettik, hemen Allah’a sarılıp O’na daha da yaklaşmalıyız. 

Eğer sana şeytandan yana bir kışkırtma gelirse, Allah’a sığın. Çünkü O, her şeyi işitir, her şeyi bilir. (7 Araf Suresi -200) 

Korunup sakınanlar, kendilerine şeytandan bir görüntü/dürtü gelip dokunduğunda, hemen Allah’ı hatırlarlar. (7 Araf Suresi -201)


İbadet Etmek Yeterli Değil, Gerçek Mümin Olmak Gerek…

Bugünün dünyasında, hele bir de ev dışında çalışıyorsanız Müslüman olarak belli imtihanlarla karşı karşıya kalıyorsunuz. Hayır, kastım günde yarım saatimizi alan namaz, yılın bir ayında tutulan oruç, hayatınızda bir kez gitmenizin yeterli olduğu hac değil. Kastım, İslam dini içerisinde görünmez hale getirilmiş, neredeyse unutulmuş ve unutturulmuş olan ancak müminler üzerine Allah’ın koyduğu diğer yükümlülükler. Örneğin hak yememek, akrabalarınız aleyhine de olsa adil olmak, verdiğiniz sözü tutmak… 

Modern dünya öyle bir hal almış ki yalan söylemek, insanları oyalamak sıradan hareketler sayılıyor. Hele iş yerlerinde kimse adil ve dürüst değil. Herkes kendi çıkarının peşine düşmüş, başka hiçbir değer yok kafasında. İşte bu noktada bir kez daha düşünmek gerek “gerçekten din olmadan ahlak olur mu” sorusunu. Şimdi ahlak deyince tartışmalar adam öldürmek, tecavüz, ensest gibi uç noktalara gidiyor. O zaman rahatlıkla cevap veriyorlar “bir sürü ahlaklı ateist var”. Mutlaka vardır buna bir sözüm yok da, çevrenize bir bakın, iş arkadaşlarınızdan kaç tanesi verdiği sözü tutuyor? Kaç tanesi kendi suçunu itiraf edip, başka birinin suçlanmasını önleyecek kadar adil olabiliyor? 


Benim çevremdeki ehli-dünya kişiler maalesef pek de bu özelliklere sahip değiller. Onlar daha çok ikiyüzlü tavırlarla herkesin yüzüne gülen, her daim kendilerini haklı ve çok çalışkan göstermeye çalışan, suçu, başarısızlığı kolayca arkadaşlarının üzerine atabilen, tek derdi kendini kurtarmak, vazgeçilmez göstermek olan kişiler. Ancak gerçek bir mümin asla böyle olamaz. Allah’ın ayetleri son derece açıktır. 

Ey iman sahipleri! Yapmayacağınız şeyi neden söylüyorsunuz? Yapmayacağınız şeyi söylemeniz, Allah katında büyük bir günahtır. (61 Saff Suresi-2 &3) 

Allah’a inanan, Kuran okuyan bir Müslüman’ın boş sözler vermesi, boş vaatlerde bulunması olacak şey değildir. “Yarın mutlaka”, “bugün öğleden sonra söz” gibi ifadeler kolayca çıkamaz müminin ağzından. Allah açıkça yapmayacağınız şeyi söylemeniz günahtır derken bu bir mümin için mümkün müdür? 

Ey iman edenler! Öz benliğiniz, anne-babanız, yakınlarınız aleyhine de olsa, zengin veya fakir de olsalar, adaleti dimdik ayakta tutarak Allah için tanıklık edenler olun. Allah, ikisine de sizden daha yakındır. O halde, nefsinizin arzusuna uyarak adaletten sapmayın. Eğer dilinizi eğip büker yahut çekimser kalırsanız, Allah, yapmakta olduklarınızdan haberdardır. (4 Nisa Suresi -135) 

Dahası mümin adil olmak zorundadır. Gerekirse kendi aleyhine olsun adaleti elden bırakmamalıdır. Öyleyse mümin için kendi hatasından dolayı bir başkasını suçlamak, suçu başkasının üzerine atmak olacak şey değildir. Mümin işten çıkarılacağını da bilse Allah’ın bu ayetlerine kulak vermek zorundadır çünkü o dünyada karşılaşabileceği her türlü zorluk ve sıkıntıdan çok daha azap verici olan cehennem ateşinden korkar. 

Korkmayanların, Allah’ın ayetlerine kulak vermeyenlerin durumları ise ortadadır. Bu yukarıda bahsettiklerim onlar için gündelik hayatın birer parçası gibidir, çoğu kez yanlış davranışlar olarak bile yorumlanmazlar. Biz müminlere gelince, Allah’ın ayetleri ortada iken onları okuyup tekrarlayıp dururken (hepimizin Kuran mealini okuyup Allah’ın bize gönderdiği mesajı anlamaya çalıştığımızı umuyorum), nasıl diğerleri gibi davranabiliriz ki? Eğer öyle yaparsak, şu ayet tam da bize uygun olmaz mı? 

İnsanlara hayırda erginliği/dürüstlüğü emredip de öz benliklerinizi unutuyor musunuz? Üstelik de Kitap’ı okuyup durmaktasınız. Hâlâ aklınızı kullanmayacak mısınız? (2 Bakara Suresi -44)